Tuesday, June 22, 2010

İşin Boku Çıkınca #2


Bu aralar sınavlarım var. Ancak ders çalışmak için gereken dikkat ve iradeyi bir türlü toparlayamıyorum. Ne zaman televizyonu açsam, günüm allak bullak oluyor çünkü...

Hangi birinden bahsedeyim bilmiyorum. Hakkari'nin tepelerinde, gece-gündüz tetikte durup terörist pususu bekleyen, göz göre göre ölüme yürüyen, vatan uğruna kahramanca göğsünü siper eden Mehmet'ten mi? En güvendiği kişi olan babasının yanında, en güvendikleri aracın içinde üniversiteye gitmesine (çünkü ben böyle bir kızın sınavı kazanacağından eminim) 7 gün kala aramızdan ayrılan Buse'den mi?

Yoksa hala en ufak bir sorumluluk almaktan kaçınıp, çamur at izi kalsın hamasetine devam eden, lanet olası oy uğruna birilerini kandırabilme umudu taşıyan, hergün biraz daha yalnızlaştığının, tükendiğinin, yıprandığının farkında olmasına rağmen kahrolası iktidar hırsına boyun eğen başbakandan mı? Bugünkü grup toplantısında, her zaman ağzı kulaklarında liderlerinin konuşmasını dinleyen milletvekillerinin yarısı onu alkışlamadı bile...

Ergenekon davasında yargıya güvenmek gerekir; ancak yargı suçsuz insanları serbest bırakınca artık güvenilmez olmuştur...

Yandaş medya Kılıçdaroğlu'na en ağır ithamlarda bulununca ses çıkarılmaz; adamın sorgulanmadık ne sünneti kalır, ne soyu-sopu... Başbakan'ı azıcık eleştirenler art niyetli, hükümet karşıtı, kumpasçı olur... Candaş, yoldaş olur...

Açılım yapıyorum denir, allanıp pullanır sözcükler... Plansız-programsız hareket edildiği için ortaya bir icraat çıkmayınca "muhalefet destek vermedi ondan oldu" denir...

Aynı muhalefetin anayasa değişikliği yapılırken en ufak bir görüşü alınmaz, önerileri kabul görmez... (ki bunları muhalefeti savunmak için söylemiyorum, yanlış anlaşılmasın)

İsrail'e kafa tutulur, 9 vatandaşımız ölür. "Persona non Grata" ilan edilmesi gereken İsrail Büyükelçisi ertesi gün İstanbul'da resepsiyona katılır. Filistin savunulur; bırakın Kırgızları Özbekleri, kendi askerimiz bile yeterince savunulmaz. Haftasonu Orman Bakanlığı'nın helikopteriyle oğlunu gezdiren, sözde tarafsız Meclis başkanı çıkıp: "Asker millete hesap vermeli" der. Hani asker siyasi iradeye bağlıydı, artık iki başlılık yoktu?

Basın şehit haberlerini verdiği için PKK propagandası yapar. Başbakanın gidemediği şehit cenazelerini duyurdukları için suçlanırlar; ancak aynı basın Hakkari sınırına fotoğraflarımızı çeksin diye beraberinde götürülür. Çok geç kalınmış bir sınır ziyareti bile yüze göze bulaştırılır, çömelerek poz verilir.

Biz de, Arapları küçümsediğimiz için köpeklerimizi "Arap" diye çağırıyoruz zaten!

PeyamiSafa'nın bana anlattığı birşey vardı. Hakkarili bir arkadaşı, ona Hakkari'nin Türkiye'de Ankara'ya en uzak nokta olduğunu söylemiş.

Hakkari ne yazık ki Ankara'ya her zaman en uzak nokta oldu. Hem coğrafi, hem zihinsel olarak. O kadar uzaktı ki, çatışma haberleri bile saatler sonra gelirdi.

Cumartesi günü 11 askerimizin şehit olduğu Gediktepe'de çatışma gece 2'de yaşanmıştı. Ben o gece sabaha kadar oturdum, sabah 6'da uyudum. Yatarken aradan 4 saat geçmesine karşın televizyonda henüz herhangi bir haber yoktu. Öğlen 12'de kalktığımda öğrendim.

Hakkari hala bize en uzak yer...

Son sözü geçenlerde Almanya'da düzenlenen uluslararası bir futbol turnuvasında 2. olan Hakkarili çocuklara bırakacağım. Canlı Gaste'de Can Dündar onlara şu soruyu sordu ve şu cevabı aldı:

"Almanya'da mı yaşamak istersiniz Hakkari'de mi?"

"Almanya'da"

"Peki Hakkari Almanya gibi olsa?"

"Hakkari'de!"

No comments:

Post a Comment