Monday, May 31, 2010

O Gemide Olmak Vardı...



O gemide olmak vardı…


Çok kolay rahat koltuklarımız ve son teknoloji televizyonlarımızdan bu vahşeti izlemek. Ne kadar içimiz sızlasa, ne kadar yüreğimiz burkulsa da olamayız, olamıyoruz onlar kadar cesur! İzahı olmayan bu saldırıları tahmin ederek, bir nevi bile bile çıkıldı bu yola. Tabiri caizse “gidemesek de o yolda ölürüz!” dendi, hacca giden karınca misali. Korkmadı onlar. Zira onlara göre tek korkulacak tek bir şey vardı: Allah. Ancak O’ndan korkulurdu ve öyle de yaptılar, “komşuları aç iken tok yatamadılar” ve çıktılar yola bile bile ancak hiç ama hiç korkmadan.


O gemide olmak vardı…


Öyle ya “insani” yardımdı bu. Saldırı anında gemiden bildiren muhabirlerden biri “bu birisinin ancak düşmanına yapacağı bir saldırıdır” derken, belki o anın şoku belki de sadece “insanlığından” dolayı bir noktayı atlıyordu: Herhangi bir eyleminizin başına “insani” sıfatını koyduğunuzda zaten otomatik olarak düşmanı oluyordunuz İsrail’in. İsrail, kendisi kan kusturduğu yetmiyormuş gibi, insanların tamamen sivil bir inisiyatif ile yardım etmesini de çok görüyordu Filistin halkına. Haddi olmadan çok görüyordu. İnsanlar arasındaki ilişki, insanların birbirini sevmesi, birbirlerine yardım etmesi olağandışı geliyordu onlara. Onlar sevginin karşısında, yardımseverliğin karşısında, velhasıl insanlığın karşısında ve dahi “insani” olanın karşısındaydılar. Bunu bir kez daha, üstelik bu kez ayan beyan ortaya koydular.


Saldırdılar, yardım kafilesinde bir yakını bulunan bir hanımın ifadesiyle, çakı bıçağı dahi taşımayan bir “insani” konvoya. Saldırdılar, içlerinde 11 aylık bir bebeğin olduğu, “insani” bir konvoya. Saldırdılar, yaşlısından gencine, tamamen kendi istekleriyle zor durumdaki insanlara “insani” yardım yapmak isteyen “insani” bir konvoya.


Ve o konvoy, bu namert saldırıyla insanlığından hiçbir şey kaybetmeyip, aksine insanlığına insanlık, şan, şeref kattığı gibi, bu namert saldırıyı gerçekleştirenler “insani” olan her şeyden uzaklıklarını tescil etmiş oldular böylece.


İsrail yalnızlaşıyor. İnsanlara zulmetmenin, onları işkenceden geçirmek şöyle dursun, bir de üzerine onlara yardım etmek isteyenleri de engellemenin ve hatta onlara da zulmetmenin sonucu yalnız kalmaktır. Ancak bu, kendilerinin çok istedikleri bir yalnızlık olmayacaktır. Bundan 50-100 yıl önce bir ülkenin tek başına belki yaşayabileceği dünyamız günümüzde bu lüksü sunmamakta hiçbir ülkeye. Günümüzde hiçbir ülke yalnız başına var olamayacağı gibi bu kanun İsrail için de geçerliliğini korumaktadır. İsrail yalnızlaşıyor ve bu insaniyetin, her ne kadar asgariye inse de, henüz kaybolmamış olduğuna inandığım günümüz dünyasında zorunlu bir sonuç gibi görünüyor. Ve dünyanın herhangi bir yerinde azıcık da olsa insaniyet olduğu sürece, “insani” olana karşı aldığı bu konum itibariyle İsrail yalnızlaşmaya devam edecek.


Aslında en çok bunun için inanıyorum biliyor musunuz!? Adaletsizliğin, haksızlığın, vahşetin, insana verilen değerin bu denli azalmasının normalleşmeye doğru gittiği bu yaşamın ardından, “kusursuz, eksiksiz bir adaletin” sağlanacağı başka bir hayat gerekiyor bence. Çünkü biz, birkaç bin yıllık tecrübelerimize dayanarak söyleyebiliriz ki, “kusursuz ve eksiksiz bir adalet” bu yaşadığımız dünyamızda sağlanamıyor. Mazlumun hakkının gözetilmesine ağırlık verileceğine, aksine bu dünyada ezenler ayrıcalıklı oluyor ve onlar yararlanıyor bu dünyanın nimetlerinden.


En çok bunun için inanıyorum. Ve ben inanıyorum ki bir zerre kadar iyilik karşılıksız kalmayacağı gibi, yine zerre kadar da olsa hesabı sorulmayacak bir kötülük yoktur. Ve ne yazık ki bu son şahit olduğumuz kötülük bir zerre miktarından oldukça büyük. Zerre miktarındaki kötülükler de dikkate alınacak ve gerekleri yapılacaksa, İsrail’in bu yaptığının (hatta yaptıklarının) hesabını varın siz yapın.


Şehitlerimize Allah’tan rahmet, yaralılara acil şifalar ve zor şartlardaki tüm kardeşlerimize yine acil kolaylıklar diliyoruz.


Saturday, May 22, 2010

İçimizdeki Şeytan



“… Müdafaasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde, haksızlığa, tesadüfün cilvesine uğramış gibi nefsimi şefkat ve ihtimama layık görüyordum… Halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı?..”


“İçimizdeki şeytan”. Sabahattin Ali’nin “cesur” bir romanı. Bugün, bizim bile halen kabullenemediğimiz bir gerçeği kabullenip, onu işlemiş Sabahattin Ali bu eserinde: İnsanın aleyhine sonuçlanan şeylerin sorumluluğundan kaçıp suçu –belki bu deyim ilk defa bu kadar cuk oturacak!- “günah keçisi” olan şeytanın üzerine atması. “Halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı?..”


Ali, İçimizdeki Şeytan’da, insanın acizlikleri için başka bir sorumlu aramasının yine bizzat acizliklerinden birisi olduğu görüşünde kararlı. Zira onun deyişiyle insan müdafaasını üzerine almaktan korktuğu şeyleri başka şeylere yüklemekte oldukça başarılı ve ısrarcı. Ve “kendi suratına tükürmekte” de bir o kadar –yine- aciz! Halbuki bir başarının yanından geçen insan ne kadar mağrur ve ne kadar özgüven sahibi! En ufak bir başarıyla kendisini muzaffer ilan eden de salt kendi neden olduğu bir olumsuzluk için başka bir sorumlu arayan da aynı insan! Yani başarı için sadece “ben” varken başarısızlık söz konusu olduğunda ortada kimseler yok. Öyle ya: “Şeytana uyduk!” “Halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı?..”


Tarihi insanın nefsiyle olan savaşı belirlemiştir, belirler. Nefsine karşı galip gelemeyip aciz durumda kalan insan ise yine aynı tarih boyunca yenilgiyi kabul etmez de illa başka sorumlular aramak telaşındadır. Halbuki insan ile onun nefsi arasında en çetin savaşların geçtiği anlar olan insanın tek başına olduğu zamanlarda onun yanında başka kim vardır ki sorumlu da o olsun? İşte bu tarz sorulara bu usta yazar da pek iç açıcı cevaplar bulamamış olacaktır ki böyle bir eser çıkmış ortaya. Elbette ki bu eseri herkesin okumasını tavsiye ederiz. Ancak özellikle, halen içinde bir şeytan olduğunu ve o şeytanın kendisini kötülüklere ittiğini düşünenler varsa, bu eser onlar açısından “yıkıcı” olduğu kadar aydınlatıcı da olacaktır diye düşünüyorum.


Bu arada şu bizden, insandan, korkulur vallahi. Baksanıza; şeytanla olan ilişkisinde dahi hak yiyen taraf o!..